Sevgili Akhisarlılar, görev yaptığım kurumda işim gereği akşama kadar bilgisayar başındayım, dolayısıyla interneti yoğun bir şekilde kullanıyorum. Hatta mesaimi bitirip evime döndüğümde zamanımın hatırı sayılır bir bölümünü yine bilgisayar başında, internette geçiriyorum. Buna rağmen facebook ya da başka bir sosyal medya hesabı açmak nedense şimdiye kadar hiç aklıma gelmemişti. Evet, yanlış duymadınız. Birkaç hafta öncesine kadar facebook hesabım yoktu.
 
       “Peki, ne oldu da bunca yıl sonra böyle bir ihtiyaç hissettin.” Dediğinizi duyar gibiyim. Malum, yaklaşık bir ay kadar önce “Her Şeye Rağmen Hayata Tutunmak” isimli kitabım yayınlanmıştı. İlk kitabımı olanakları sınırlı bir yazar olarak gücüm yettiğince tanıtmaya çalışıyorum.
 
       Görev yaptığım kamu kurumunda teknisyen olarak görev yapan bir arkadaşım var. Bu genç arkadaşım ek iş olarak mesai saatleri dışında tiyatro, fotoğraf çekimi ve bilgisayar programcılığı gibi işlerle uğraşıyor. Üstelik bütün bunları 120 kiloluk o muazzam cüssesiyle başarıyor. Beni her gördüğünde “Selim bey kitabınızı tanıtmak için bir facebook sayfası açsanız.” diyerek başımın etini yiyip duruyordu. Sonunda bir akşam iş çıkışı eve döndüğümde dediğini yaptım. Hesabı açarken bu işlerde artık iyice uzmanlaşmış olan büyük kızımdan yardım almayı da ihmal etmedim.      
 
       Öncelikle kullanıcı adı, şifre gibi rutin işlemlerden sonra nihayet hesabımı açtım. Karşıma çıkan bir seçenek, Hotmail hesabımda kayıtlı bütün isimlere arkadaşlık isteği göndermek isteyip istemediğimi soruyordu bana… Eh, isterim tabii, gönder bakalım…
 
      Biraz sonra karşıma bir sürü tanıdık isim çıkmaya başladı. Bu isimlerin arasında kimler yoktu ki… Çalıştığım kurumun aşçısı, şoförü, müdürü, hemşiresi, temizlik görevlisi benden başka herkes buradaydı. İyi ki bir kitap bir yazmışım. Yoksa şu facebook denen nimetten bihaber göçüp gidecekmişim bu dünyadan…
 
      “Şunları tanıyor olabilirsiniz.”  Karşıma çıkan isimleri farenin sol tuşuyla seri bir şekilde tıklamaya başladım. Offf… Bitmek bilmiyordu, bir türlü. “Şunu da tanıyor olabilirsiniz, şunu da, şunu da…” Nihayet isimleri bitirip alelacele bir profil resmi ve arka plan resmi ayarlayıp arkama yaslandım, derin bir nefes aldım. Bugünlük bu kadar yeterdi çünkü resmen başım dönmüştü. Bu arada kendimi şiddetle kınamayı da ihmal etmedim. Bilgisayarı, interneti yoğun bir şekilde kullanan ben, nasıl olurda bu zamana kadar bir facebook hesabı açmazdım…  
 
       Ertesi akşam işten çıkıp eve gelir gelmez yine bilgisayarın başına geçtim. Neyse ki arkadaşlık isteği gönderdiğim kişilerin hemen hemen hepsi beni kabul etmişti. Birkaç günün sonunda hesabıma eklediğim arkadaş sayısı hatırı sayılır miktarlara ulaşmıştı. Ekran karşısında saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadığım bu günlerde facebook hakkında epey malumat sahibi oldum ve tecrübe kazandım. Bu satırları yazmakta iken facebook macerama başlayalı yaklaşık iki hafta olmuştu. İlk izlenimlerimi şöyle özetleyebilirim.
 
       Facebook’u herkes -doğal olarak- kendi görüşleri doğrultusunda kullanıyor. Paylaşılan resimler ve sözler sayesinde o insanlar hakkında az çok bir fikir sahibi olabiliyorsunuz. Fakat aşağıda bahsedeceğim insan grupları ana omurgayı oluşturuyor, diyebilirim. Peki, bunlar kimler mi?
 
       Bu gruplardan biri siyasetçiler. Bu kişiler sürekli üyesi oldukları partilerinin propagandasını yapıyorlar. Doğal olarak ekledikleri kişi sayıları da oldukça fazla…
 
       Facebook hesabını yaptığı işi ya da işyerini tanıtmak, müşterilerini artırmak için kullananlarda var. Bu gruba girenlerin sayısı da yabana atılır cinsten değil hani…
 
       Bir de hüzünlü, acılı şiirler, sözler eşliğinde kırık kalp resimleri, gözü yaşlı kadın, erkek resimleri paylaşan ve muhtemelen aşk acısı çeken ya da birilerinden fena halde muzdarip olmuş biçare insanlar var. Bunlarda facebook dünyasının hüzünlü sakinleri...
 
       Sürekli dini içerikli paylaşımlarda bulunan bir kesim var ki, ben bunları da kendi aralarında ikiye ayırıyorum. Birinci grubu, insanlarla moral veren dini sözler ve resimler paylaşan kişiler oluşturuyor. Ben bu grubun paylaştıklarını onaylıyor ve destekliyorum. Özellikle bu zamanda insanlara yaklaşmak için bu tarz bir dilin kullanılması gerektiğine inanıyorum. İkinci gruba gelince bu kişiler genellikle sert (hatta alaylı) içerikli dini yazılar ve sözler paylaşıyorlar. Örnek mi?
 
       “Camiye dik olarak gelmezseniz, yatay olarak gelirsiniz.” (Bu söz musalla taşının üzerine konmuş, yeşil örtülü bir tabut resmi eşliğinde sunuluyor.)
     
       “Cehennem var, kabir azabı var, böceklere yem olacaksınız…” (Bu tür sözlerin olmazsa olmazı ise, genellikle kurukafa, ya da iskelet resimleri)
     
       “Namaz kılın, oruç tutun. Yoksa mahvolursunuz, yanarsınız, bitersiniz…” Gibi uzayıp giden ifadeler…
      
       Aslında bu tür paylaşımlarda bulunanlara pek kızmamak gerek, diye düşünüyorum. Büyük olasılıkla onları yetiştirenler veya örnek aldıkları kişiler dinimizi genelde sert bir bakış açısıyla benimsemiş olmalılar. Belki de bu insanlar çocukken yaz kuran kurslarında kulağı adam akıllı çekilip, ensesine şaplak yiyerek yetişen kişilerde olabilirdi.
 
       Birde bulundukları mekânları, arkadaş grubunu, ailesini paylaşan hatta yeni arabasını adeta gözümüze sokan insanları da dikkatimi çekenler arasında sayabilirim.
 
       Evet, facebook denilince benim gördüklerim aşağı yukarı bunlardan ibaret, sevgili dostlar. Bu arada unutmadan, Twitter hesabımı da yeni açtım. Kim bilir belki bir gün Twitter maceramdan da bahsederim.
 
       Tekrar görüşmek dileğiyle, sağlıcakla kalın.