Yine bir 20 Kasım ve mahzunca gelen DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ. Farklı coğrafyalarda kimi aç, kimi susuz, kimi oyuncaksız, kimi kucağında çocuğu olan gözlerinin ferini yitirmiş sayısızca çocuk.

Dünyada ciddi bir çoğunluk açlık sınırının altında yaşıyor ya da yaşamaya çalışıyor demek daha doğru olur. Geri kalan ve karnı tok olanları değerlendirdiğimizde ise refah içinde olduklarına ve gerçekten mutlu olduklarına inanmak biraz güç. Pahalı ayakkabısı olan,  özel okulda eğitim alan, her daim elma şekeri hazır olan çocuklar için de hayat çok kolay değil aslında. Okulda en güzel çantaya sahip olma yarışı, matematik dersinden en yüksek puanı alma hırsı ve daha bir sürü yarış çocukları, çocuk olmaktan alıkoyuyor. Büyükler her ne kadar çocukların hayatın  farkında olmadıklarını düşünse de taze beyinler her yaşananın farkında. Sesleri çıkmasa da  gözlemliyorlar tüm olan biteni.

Ayağı yalın, sırtında büyük abisinden kalma yırtık kazakla kenar mahallede oynayan Ali de farkında hayatın, özel eğitmeniyle müzik kursundan , spora savrulan  Mila da.   Akşam evde her ikisi de görüyor anne babalarının sonu gelmeyen tartışmalarını.  Edilen hakaretler, savrulan yumruklar arasında ; ebeveynleri farkında olmasa da , onlar her saniyeyi yaşıyorlar aslında.

Akşam babasının annesine saldırısını gören Ali; sabah okulda sıra arkadaşı Ayşe’de  deniyor gördüklerini. Ortada tacize uğramış bir çocuk ve taciz eden bir diğer çocuk. Sonuç olarak ikisi de sadece birer çocuk!  Ayşe hiçbir suçu yokken emniyetle , adliyeyle tanışıyor küçük yaşında. Ali tam kavrayamasa da yaptıklarının mahiyetini bir anda suça sürüklenen çocuk olup çıkıyor. İşte burada giriyor devreye anne ve babalar. Senin kızım , benim oğlum diye başlıyorlar kavgaya. Aslında en başından beri sahnede olsalar ve çocuklarının karnını doyurup, ellerine akıllı telefonu verip bir an önce karı koca kavgaya girişme çabasında olmasalardı, ne Ayşe taciz mağruru olurdu, ne de Ali suça sürüklenen çocuk.  Kadın cinayetlerinin her gün işlendiği ve artık tepki dahi veremez olduğumuz günlerde ne yazık ki çocuklar da her gün  yeni bir tacizle karşılaşıyorlar. Bazen öğretmenin tacizi oluyor bu, bazen bakkalın, bazen arkadaşın, bazen amcanın tacizi, kimi zaman annenin yeni erkek arkadaşı oluyor tacizci, bazen babanın yeni sevgilisi. Ama her gün bir çocuk birilerinin tacizine uğruyor ve en acısı her çocuk bu yaşadığı travmayı yakınlarıyla paylaşamıyor. Bazen aylar sürüyor anlatması bazen yıllar. Bu süreçte bir taze beden daha hayattan kopuyor tıpkı diğerleri gibi.

Toplumda bazı aileler bu yaşananlar karşısında korkuya kapılmış halde , sabah çocuğunu  okula gönderirken korku içinde. Bazıları ise durumun vahimiyetinin  farkında değil henüz, hafta sonu küçük kızı yevmiyeli işe götürmenin derdinde.

Diğer yandan ise mecliste tacizcilerin affı masaya yatırılmış durumda. Gerekçe ise “ reşit olmadan ilişkiye girilmesi ve sonunda kadının çocuğuyla birlikte yalnız kalması, babanın ise ceza evinde olması. Çocuğun anne ile birlikte zor şartlar altında babasız şekilde yaşaması.” Kan donduran bir gerekçe.

Türk Ceza Kanunu 104. Maddesinde  Reşit Olmayanla Cinsel İlişki başlığı altında düzenlenen konu aslında şikayet şartını arıyor. Madde metni “Cebir, tehdit ve hile olmaksızın , on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, ŞİKAYET ÜZERİNE , iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Şeklinde.

Yani 15, 16 yaşında bir kız çocuğu kendi isteği ile birlikte olduğu erkeği şikayet etmediğinde  bir suç oluşmuyor. Suçun oluşmasının şartı çocuğun şikayette bulunması. Şikayet olmadığı takdirde suçun şartları oluşmadığı için kovuşturma aşaması başlasa dahi Ceza Muhakemeleri Kanunu  223. Madde 2. Fıkrası  gereği “Yüklenen suçun kanunda suç olarak tanımlanmamış olması” sebebiyle  sanık üzerine atılı reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan beraat eder. 

Kanun tasarısı gerekçesinde iddia edildiği gibi amaç; gönüllü olarak girilen ilişkide çocuk sahibi olan çiftin karşılıklı olarak mağduriyetini önlemek olamaz. Zaten gönüllü olan ilişkide çocuğun şikayetçi olması beklenemez. Şikayetçi olunmadığında da  çocuğun dünyaya getirdiği yeni bir çocuğun babasız kalması imkansızdır. Ayrıca Türk Medeni Kanunu 124.madde 1.fıkrada erkek ve kadının 17 yaşını doldurmadan evlenemeyeceği hüküm altına alınmış ancak aynı maddenin 2. Fıkrasında “Ancak, hakim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple 16 yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir.”şeklinde hüküm kurmuştur. Böylece reşit olmadan birlikte olan ve evlenmek isteyen  16 yaşını doldurmuş çocukların hakim izni ile evlenebileceğini hüküm altına almıştır.

Aslında kanun tasarısında tartışılan; birbirlerini severek birlikte olan ve bir an önce evlenmeyi arzulayan çocuklar değil, henüz reşit olmadan tecavüze uğrayıp hamile kalan ve kendisi çocukken kucağına bir çocuk alan kızların mağduriyetinin katlanarak artmasıdır. İddia edildiği gibi 15 yaşını dolduran kız gerçekten sevdiği kişi ile birlikte olsa şikayette bulunmaz ve birlikte olduğu kişi de ceza evinde kader mahkumu olmaz.

Zaten küçük kız sanıktan şikayetçi olduğu  için  dosya sanığı Türk Ceza Kanunu 104. Madde gereği  iki ila beş yıl arası hapis cezasına mahkum ediliyor. Tasarı gerekçesinde iddia edildiği şekilde mutlu mesut birliktelik yaşayan ve biran önce evlenmek isteyen çiftler bu tür sıkıntılarla karşılaşmıyor.

Birbirini seven çiftlerin yok yere ayrı kalması, erkeğin boşuna ceza evinde yıllarını geçirmesi ve doğan çocuğun babasız büyümesi gerekçe gösterilse de aslında bu tür durumlarda mağduriyet yaşanmıyor. Bu suçtan ceza alan sanıklar zaten çocuk şikayetçi olduğu için ceza alıyor. Çocuğun şikayetçi olduğu kişinin ise afla tahliye olması , zaten depresyondaki mağdur çocuk için ne derece sağlıklı olur sorusu çok büyük soru işaretlerine sebep oluyor. Afla tahliye olan sanıklar ise toplum baskısının da etkisi ile suç mağduru kızlarla evlenecek ve böylece bir çok kız çocuğu istemediği bir evliliğe zorlanmış olacak. Aslında burada erkek çocuklarının da mağdur olması kuvvetle muhtemel.  Şöyle ki kendisi de reşit olmayan erkek , reşit olmayan bir kızla birlikte olduğunda sırf ceza almamak için istemediği bir evlilik yapmak zorunda bırakılacak. Sonuç ise sadece ve sadece hüsran.  Sırf  dosya sanığının ceza almaması için yapılmış  ERKEN YAŞTA ZORUNLU EVLİLİKLER, bu evliliklerden dünyaya gelen masum  çocuklar. Bu evliliklerin eninde sonunda cinayetle sonlanacağını, bu evliliklerden doğan çocukların eninde sonunda taciz mağduru çocuk ya da suça sürüklenen çocuk olacaklarını öngörebilmek için ise hukuk mezunu, psikolog, sosyal hizmet uzmanı olmak gerekmiyor.  Sadece sabah duyduğumuz  yeni bir kadın cinayeti,  komşunun çocuğunun mağduru olduğu cinsel taciz olayı bunları ön görebilmek için yeterli.

20.Kasım 2018 tarihinde yayınlanan yazımızda da belirttiğimiz gibi çocuk hakları çok sağlam hukuksal kaynaklarla güvence altında. Peki gerçek hayatta bu kanunlar, uluslar arası sözleşmeler, deklarasyonlar  ne kadar  uygulanıyor? Kanun koyucu kadar, kanun uygulayıcılarına da çok ama çok büyük işler düşüyor. Uzun zamandır konuşulan evlilik affının bir daha konuşulmamak üzere kaldırılması için daha çok bilinçlenmek gerekiyor. Kanun koyucu ve uygulayıcılar büyük bir sorumluluk altında. Ancak asıl sorumluluk çocuğu dünyaya getirip, topluma birey olarak yetiştiren ebeveynlere ait. Çocuklar ailelerinden ne denli eğitim alırlarsa o şekilde çıkıyorlar hayat sahnesine. Çocukları ; tertemiz geleceğin parlayan yıldızları olarak yetiştirmek de , suça bulanmış dünyaya yeni bir suçlu olarak salıvermek de ailelerin elinde.

Karnı aç, üşüyen, ölmekten korkan, tacizcisiyle karşılaşma düşüncesinden çıldıran,  henüz çocukluğunu yaşayamadan kucağına çocuk alan mağdur çocukların tek tek  hayata bağlandığı;  tüm dünyada ,sağlıklı ve sıcak ortamlarda, hayata dört elle sarılan çocukların  hızla çoğaldığı  20 Kasımlarda buluşmak dileğiyle.

Manisa Barosu Kadın ve Çocuk Hakları Komisyon Üyesi Av. Tuğba LALE