Türkiye coğrafi konumu itibari ile belki de dünyanın en stratejik noktasında yer almaktadır. Asya ve Avrupa arasında köprü durumunda olması, iki büyük denizi ve bu denizlerin etrafındaki ülkeleri bir birine bağlayan iki adet harikulade boğaza sahip olması bile bu önemini anlatmak için yeterlidir. Buna ilave Türkiye nüfus potansiyeli, ekonomisi, nispeten genç bir nüfusa sahip olması, dini kimliği, etrafındaki ülkeler üzerinde tarihi bir nüfuza sahip olması gibi etkenlerle de son derece mühim bir önem arz etmektedir. Saydığım tüm bu etkenler Türkiye'ye İslam ve Hristiyan medeniyetleri arasında bir sınır kapısı bazen muhteşem bir kale görevi vermektedir. İslam coğrafyası içinde Hristiyan medeniyetinin ana motorlarından biri olan Avrupa ya sınır olan en büyük nüfusa sahip İslam ülkesidir. Ayrıca petrol gibi bir nimetten mahrum olmasına rağmen en gelişmiş ve en büyük ekonomiye sahip olması ve ağır aksakta olsa bir demokrasiye sahip olması Türkiye’ye çok daha önemli ve vazgeçilmez kılmaktadır
   
Türkiye özellikle cumhuriyetten sonra batıya ait çoğu değerleri bazen gönüllü, bazen emri vaki yoluyla bazen de despotizme varan siyasi kararlarla kendine adapte etmeye çalışmıştır. Harf devrimi, laiklik, saltanatın kaldırılması, hilafetin kaldırılması, şapka ve kılık kıyafet kanunun, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi çoğu uygulamalar yeni bir medeniyet ve toplum inşa etmek uğruna alınmış kararlardır. Halk bunların bir kısmını çabucak kabullenmiş ama bir kısmına ciddi bir muhalefet göstermiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren alınan bu kararlar sıkı sıkıya uygulanmış hatta çoğu zaman polisiye tedbirler devreye sokularak deminde dediğim gibi despotizme varan uygulamalar olmuştur.
     
Özellikle hilafetin kaldırılması Türkiye ve diğer İslam coğrafyası üzerindeki en etkili ve en önemli bağı da koparmıştır. Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunu teşkil eden Müslüman kesim bin kusur yıldan beri aidiyet duyduğu Müslüman kimliğin ve değerlerinin bu kararlarla bir örselenme, ötelenme ve hatta kopma yaşadığı hissine kapılmıştır.
   
CIA Türkiye masası eski şefi olan Graham E.Fuller ’’Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ ’isimli kitabında bu konuyu şöyle özetlemektedir. ’Kemalist Türkiye, Müslümanlar için, özellikle de Araplar için, İslamın , Arap dünyasının daha genelde İslam dünyasının Türklerle olan kadim bağlarının ve ortak kültürlerinin tümüyle reddini temsil etmektedir. Daha da ötesinde Kemalist Türkiye, İslamın bir din olarak aşağılanmasını, Türkiye'nin hızlıca saflarına katıldığı emperyalist güçlere Arpları stratejik olarak terk etmesini ve büyümekte olan batılı tehditlere karşı Türk gücüne en çok ihtiyaç duyulan bir zamanda, Müslüman gücünün zayıf düşürülmesini temsil etmektedir.’’ Diyerek, Fuller tamda bizim yaptığımız gibi ve yıllardır şurada burada dillendirdiğimiz tarihin bu sayfası ile ilgili görüşlerimize paralel bir görüş beyan etmektedir.
     
Yine Fullerin adı geçen eserinin takdim bölümünde; Cumhuriyet sonrası Türkiye'nin Orta Doğu’ya sırtını dönmesi’ ’Kemalist tarihsel lobotominin'* bir eseri olarak anlatılmaktadır. Boston Üniversitesi Antropoloji ve Uluslararası ilişkiler Profesörü Augustus Richard Norton devamında’’…Bölgenin Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki merkezi önemine rağmen, 1990’ lara kadar ne Türk resmi yetkilileri, nede bilim adamları Orta Doğu’ya doğru dürüst dikkat sarfedmemişlerdir. Türk-Arap ilişkilerinde uzun süren bir kesintinin ardından bugün artık Türkiye, bölge ile bağlarını yeniden kurmaktadır. Suriye sınırının Ankara tarafından resmi olarak daha 2004 yılında, Başbakan Erdoğan'ın Şama yaptığı ziyaret sırasında tanımış olması öğreticidir. ’Diyerek bu duruma dikkat çekmektedir.
   
Ne yazık ki Türk siyasetçileri, bilim adamları, entelektüelleri ve tarih okuyucuları bilinçli ya da bilinçsizce neredeyse 800 yıldır Selçuklu ve Osmanlı hakimiyetinde kalmış olan ve bu zamanda neredeyse ulus bilincini yitiren ve kendini Türk İslam medeniyetinin bir parçası olarak gören Arap toplumunu ve topluluğun Osmanlılar zamanındaki Türklerle olan iyi münasebetlerinin kodlarını görmezden gelmiştir. Her iki kesimde de uydurulan yalan yanlış ırkçı ve milliyetçi söylemler neredeyse bir 80 yıllık zaman dilimi içinde 800 yıllık dost ve kardeşçe münasebetleri ve kültürel birikimi silip atmıştır.
     
Osmanlı arşivlerinde çok bol ve zengin miktarlarda bulunan bu iyi münasebetlerin kodlarını çözecek yeterli düzeyde Osmanlıca bilen tarihçiye sahip olmayışımız çok kötü bir handikaptır. Fakat bu iki toplum arasındaki münasebetler günden güne artmakta ve Türkiye resmi olarak olmasa da gayri resmi olarak hilafetin sancaktarlığını yapmaktadır. Çoğu Arap devletlerinin halkları Türkiyeyi lider ve kurtarıcı ülke olarak görmektedir. Son yıllarda Arap halkları arasında yapılan anketlerde bunu kanıtlar niteliktedir. Nitekim son zamanlarda Türkiye bu ülkelere kendi demokrasi ve kültürünü ihraç eder hale gelmiştir. Türkiyeli aktör ve aktrislerin rol aldığı diziler bu ülke halkları tarafından en çok izlenen ve reyting alan dizler olmuştur.
     
Ekonomik ve ticari alanda da güzel gelişmeler olmaktadır. Türkiye'nin bu ülkelere yaptığı ihracat 1990 yılında 1,5 milyar seviyesinde iken şimdilerde neredeyse 20 milyar doları aşmıştır. İşte saydığımız tüm bu nedenler bile Türkiye'nin Arap dünyası ile olan ilişkilerini mevcut tüm yanlış anlaşılmalardan Milliyetçi ve faşist söylemlerden arındırarak daha önceden var olan diyalog ve birlikte yaşam kültürünü ikame etmesini gerektirmektedir. Ne yazık ki yüzyıllardır bizi düşman ve öteki gören Hıristiyan medeniyetine ait ülkelere ve halklara gösterdiğimiz sempatiyi neredeyse bin yıldır beraber yaşadığımız Araplara ve Kürt halkına karşı gösterememekteyiz. Umarım toplumca girdiğimiz bu akıl tutulması ve cinnet halinden kurtulur yüzümüzü doğuya güneşin doğduğu yöne döneriz.
       
İslam medeniyetinden 600 yıl daha eski bir medeniyet olan Hıristiyan medeniyeti yer yer saman alevi gibi parlayan hamlelerinden biri olan 19.ve 20. Yüzyıldaki gelişimini tamamlamış artık bir gerileme dönemine girmiştir. Tek başına sahip olduğu muazzam sanayisi ve teknolojisi de onlar için kurtarıcı olacak gibi görünmüyor. Yaşlanan ve doymuş bir nüfusa sahip bir Avrupa mı yoksa hemen hemen aynı kültürel kodlara sahip olduğumuz genç ve doymamış bir nüfusa sahip Müslüman Ortadoğu ve Afrika halkları mı?
     
Lobotomy:Bir nevi ciddi bir zihinsel hastalığın tedavisi için,beynin bir kısmının çekip çıkartılması, beyindeki bazı sinirlerin kesilmesi sonucu, genellikle önemli kişiliksel ve bilişsel değişikliklere yol açan önemli bir operasyon.