Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Düzenlenen Kanunlardan biri de Türk Medeni Kanunu'dur. Kanunun Başlangıç, A Bendi, Hukukun Uygulanması ve Kaynakları bölümü 1. Maddesinde: ''Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.

Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.

Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.'' denilmiştir.
Aynı Kanunu B bendinde ise Hukuki İşlemlerin Kapsamı başlığı altında, 1. Bölümde, Dürüst Davranma İlkesine; dava da tarafların; ''Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.'' denilerek Milletin, Devletin temeli olan ailenin varlığını, Devlet güvencesi altına almıştır.
Güvence altına alınan bu kutsal olgunun ortak kurucuları olan Kadın ve Erkek birliktelikleri sekteye uğradığında bedensel ve zihinsel yıpranmalarına karşı hukuki bir tedbir konulması amacıyla yargıya başvururlar. İşte bu aşama da Kanuni Yaptırımlar ve Düzenlemeler devreye girer ve Hüküm Makamı buna göre dayanılmaz hal içinde olan aile birlikteliğini sonlandırmak amacıyla ailenin, ortak paydalarının zarar görmesini engellemek amacıyla güvencesini devam ettirerek ayrılmalarına karar verir. Bu kararda Velayet, Ortak Kazanımlar ve Mülkiyet paylaşımları açıkça paydaşlarına ne şekilde hak sahibi oldukları gerekçeleri ile belirtilir.
Hüküm Makamın da olan Hâkim; tarafları, Tanıkları dinler, Delileri toplar ve Hakkaniyete, Kanuna ve Yasalara uygun olacak şekilde Vicdanı kanaatini de kullanarak bir karar verir. Tarafların beklentisine göre verildiği veya verilmediği kanaatiyle üst yargı yoluna başvurular işin ikinci aşamadır.
Her Koca ve Karı evlendikleri günden sonra, doğacak çocuklarını, onların sevgi ve aile yapısına uygun töre, örf ve adetleri ile genel ve göreneklerinin öğreti ve terbiyesiyle büyütmek için canlarını bile feda ederler. Nihayetin de Kadın ve Erkeğin, Yani kâinatın en değerli varlıkları olan ANNE VE BABANIN canlarından kanlarında hayat bolmuş Evlat için yapılmayacak, göze alınmayacak hiç bir şey yoktur.
Her yeni doğan bir zaman sonra, kendisini dünyaya getiren Baba ve Annesi gibi bir aile kurar ve bu Kıyamete kadar böylece devam edip gider. Her kurulan aile birliği de güllük gülistanlık içinde olmayacaktır. Şüphesiz ki tartışmalar, inişli çıkışlı birliktelikler, ayrılığın arifesinden geri dönülerek saadeti ve huzuru bulan eşlerin varlığını çevremizden, yazılı ve görsel basından bilmekte ve görüp duymaktayız.
Kalbinde merhamet ve Allah korkusu olan her insan, kurulu ailenin dağılmasına şahit olduğunda içi burkulur. Peki bu dışarıdan gözlemle yürek burkulması olayına taraf olan ailenin kalplerinde kopan fırtınaları kim tarif edebilir ki. Ancak bunu yaşayan bilir. Erkek büyümek, evlenmek, bir aile ocak kurmak ve o ailede kazanan, bakan kollayan ve kuruyan, sahiplenen BABA olmak için neler yapmamış ve ne hayaller kurmamıştır ki. Ya kadın, her düğün dernek kurulduğunda serilen çeyizlerden örneklerini alıp, kendi bohçası için el emeği göz nurunu harcar, gecesini gündüzüne katarak hazırlar. Birine gönül verip, doğduğu, büyüdüğü ailesine hasret kalarak, hayatının geri kalanı için onunla hayatını birleştirir. Sözlenmesi, nişanlaması, düğünü derneği derken bakmış ki, Anne olmuş. Kucağında canının bir parçası evladıyla, eşine ocağına daha bağlı, daha sabırlı, daha azimli bir insandır.

İnsanın içi kabul etmese de bu yaşantılara hasret olan Koca ve Karı hayatlarını zehr-i zindana çevrilmesiyle yollarını ayırt etmek zorunda kalıyorlar.

Sanki bir birlerini gördüklerin de kalpleri ramazan davulu gibi göm-göm vuran, gözleri birbirlerine değdiğin de şimşekler çakan, elleri birleştiğin de yanardağ gibi alev-alev yanan, Canları, canlarına değip, can parçaları evlatları dünyaya getiren bu iki insan hiç olmamış, gibi düşman kesilirler birbirlerine. Benim ak senin kara diyerek bir başladılar mı durdurabilene aşk olsun. Yanıp tutuşan kalp, alev alev olan eller, şimşek gibi çakan gözler, candan değerli evlatlar onların değilmişcesine bütün mahrem ve mabetlerini sererler orta yere. Artık sevgi de aşk da bitip tükenmiştir. İki cana kast etmekle birbirlerine düşman iki insan ve arada kalan masumlar vardır.

Hüküm makamı bütün beyanları, delilleri değerlendirirken sosyal hayatın içinde aileden ayrık kalan masumların durumunu iyi araştırmalı, tahkikatını çok sağlam yaptırmalıdır, Zira aileden ayrık yaşayan masumlar gelecekte toplumun karşısına yaşadıklarının bedelini almak için çok farklı bir biçimde çıkacaktır. Çok farklı bir insan olarak sorunlarını aileden koparanlardan intikam alma içgüdüsüyle çözmeye çalışacaktır. Kaba kuvvet, çatışma ortamları ve belki de hayatının sonunu hazırlayan bir yolda yürümeye başlayacaktır.

Hani o zaman suç kime yıkılacaktır bilen varsa söylesin. Ama benim kanımca bura da suç Baba-anne ve Hâkimindir.

Kanunda tarafların doğru ve dürüstlük ilkesini ihlal şartını hâkim iyi sentezlemelidir. Şartı ihlal var mıdır, şarta riayet var mıdır?.

Kim haktan hukuktan, yasadan yana kim değil bunun tespit mercii Hüküm veren Hâkimidir. Vebali de, Sevabı da burada Hüküm Makamına düşmektedir. Yalnızca hukuki sorunu çözmek göreviyle kalmamalı, hukuka aykırılıkları tespitle yaptırımları da bizzat tespit eden mercii tarafından yerinde müeyyideye bağlanmalıdır.

Zira asıl gören gözün gördüğünü, dilin tarif etmesiyle, başka bir gözün gördüğünü var saymasıyla gördüğüne inanması gibidir, başka bir makamın davayı ele alması. Asıl her zaman asl olandır.

Dürüstlük her zaman her insanın yaşama amacı, ilkesi olmalıdır, sevgi-saygı bitmiş ayrılmış olsalar bile. Doğruluk ve dürüstlük insan olmanın temel şartıdır. Menfaat ve çıkar çatışmaları insan olmanın şartını ortadan kaldırma sebebi olmaz, olmamalıdır.

Söylenecek çok sözüm varsa Gönlümün Dili Olsa.