Özel Doğuş Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Dyt. Simge KURALAY bilgilendiriyor.

Kefir son zamanlarda popularitesi artmış; ancak halen daha birçok bireyin sofrasında yerini alamamış bir besindir. Tarihçesine bakacak olursak, Orta Asya’da göçebe olarak yaşamlarını sürdüren Türkler tarafından 5000 yıl önce bulunmuştur. Hayvanları ilk evcilleştirdikleri zaman onların sütlerinden yararlanan Türkler yaşamlarının her alanında mayaladıkları süt ürünlerini her yere taşımışlardır. Sürekli yanlarında bulunan atlardan, keçi ve koyunlardan yararlanmışlar; at sütünden kımız , keçi veya koyun sütünden kefir üretmişlerdir.

Günümüzde atopik ekzema, allejik hastalıklar, ülseratif kolit, Crohn hastalığı gibi inflamatuar bağırsak hastalıklarının insidansının arttığı bilinmektedir. Bu artışın sebebi olarak genetik yatkınlık, alerjenler, immunolojik bozukluklar, bakteri ve virüslerin etkili olduğu düşünülmektedir. Sindirim sisteminde yaşayıp konak organizmanın sindirimiyle ilgili çeşitli yararlı işlevler gören mikroorganizmalara flora denilmektedir. Sindirim sistemimizde bulunan Enterobacteria, Staphylococcus, Streptococcus ve  Bifidobacteriler doğumun birinci haftasından itibaren gaita (dışkı) florasına hakim olan bazı yararlı bakterilerdir. Enterococcus, Bacterioides, Clostridium gibi zararlı bakterilerin sayılarını azaltmaktadırlar. İşte vücudumuzda konaklayan bakterilerin bu dengesi, bağışıklık sisteminin normal fonksiyon göstermesine olanak sağlar. 

Sindirim sisteminin florasını çevresel stres, iklim, antibiyotikler, duygusal faktörler ve diyetsel değişikliklerin tamamı etkileyebilir. Burada probiyotiğin rolü; bağırsaktaki floranın dengesini kurmaya yardımcı olmaktır. Zararlı mikroorganizmaların atımını artırarak bağışıklık sistemini ve bağırsak sağlığını korurlar. Bu nedenle probiyotikler, hayatımızda vazgeçilmez bir değeri olan besin maddeleridir. Probiyotiklerin besinsel kaynakları; Lactobasiller, Bifidobacteriler, Enterococcus, Streptococcusların kullanıldığı fermente yoğurtlar, süzme peynir, lahana turşusu, çiğ sucuk, ekmek, bira, şarap, kımız ve kefirdir.

Ülkemizde yoğurt tüketimi yaygın olmasına karşın kefir tüketimi oldukça seyrektir. Halbuki kefir, beslenme açısından çok önem arz eden bir gıdadır. Beslenmedeki değeri yüksek olan kefirin, hazmının kolay olması, hatta fermantasyonu sırasında bazı vitaminlerin sentezlenmesi, protein ve laktozun kısmen parçalanması, kefirin beslenme değerini artırmaktadır. Laktik asit fermantasyonu nedeni ile kefirde laktoz oranı azalmakta ve bu nedenle laktoz intolerans olan bireyler kefiri, süte göre daha kolaylıkla sindirebilmektedir. Kefirdeki CO2 sindirimi kolaylaştırmakta, başta B12 vitamini olmak üzere B1 vitamini, Ca, aminoasitler, folik asit ve K vitamini bakımından zengin bir kaynak olarak bilinmektedir. İyi bir biotin  kaynağı olan kefirde yer alan B vitaminleri böbrek, karaciğer ve sinir sisteminin düzenlenmesine yardımcı olurken, kefir Ca ve Mg gibi mineralleri içererek beslenmeye katkı sağlamakta, deri bozukluklarının tedavisine yardımcı olmakta, hidrolize olmuş proteinlerin vücut tarafından emilimi kolaylaşmaktadır. Kefirin asidik tadı ve karakteristik mikroflorası, mide ve pankreasta enzim salgılanmasını, organizmada ürünlerin daha iyi sindirilmesini kolaylaştırmakta ve besinlerin mideden bağırsaklara geçişini hızlandırmaktadır. Kefirde bulunan triptofan, sinir sistemini rahatlatıcı yönde etki gösteren önemli bir esansiyel aminoasit olmakta ve ayrıca bileşiminde yer alan fosfor açısından da iyi bir kaynak teşkil etmektedir.

Sağlığımızı korumak ve geliştirmek adına diyette probiyotik içeren yoğurt ve kefiri sıkça kullanmak çok önemlidir. Özellikle adölesan dönemde bu konuda eksiklikler oluşabilmektedir. Her yaştaki bireyler bilgilendirilmelidir, sağlıklı günler