Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu hafta yapılan Milli Eğitim Şurası’nda öğrencilere eziklik değil “özgüven” aşılayan bir müfredat ve eğitim sistemine gereklilik olduğunu söyledi. Aslında bu söz bütün toplumu ilgilendiren bir hastalığa vurgu yapıyor. Her ne kadar genelleme yapmak doğru olmasa bile, konuştuğu kitle, bu eğitim sistemi içinde yetişmiş ve yine Milli Eğitim camiasına hizmet veren bir kitle. Eziklik ve özgüven; bunu bireysel, toplumsal ve düşünsel yönlerden değerlendirmek gerekli. Hatta uzman kişiler bu konu üstünde biraz fazla mesai harcamalı.
Yıllardır konuşulur durur; “ezberci sistem”, unutmak için öğretilen bilgi yığını. Öğrencilerimizi yetiştirirken maalesef bir papağan gibi yetiştiriyoruz. En ironik haline Kemal Sunal filminde güleriz: “İstanbul’u kim fethetti? Babam”. En iyi papağanlık yapanı da en başarılı saydığımız bir sistem bu. 
Ak Parti, geldiğinden beri cumhuriyet tarihinde görülmemiş oranda eğitimde okullaşma, yenilenme ve fiziki kaliteyi arttırma politikası izledi. Fatih Projesi ile bilişim ağını sınıflara taşıdı. Yapılanların hepsi takdire şayandı. Ancak öğrencilerin bireysel niteliklerini arttırma konusunda oldukça geri adım atıldı. Zorunlu eğitim 12 yıla çıktı ama öğrencilerin nitelikleri on iki birim bile ilerlemedi. İlköğretimde yazı şeklinden performans ödevlerine kadar her şey baştan aşağı değişti. Orta öğretime geçiş için sınavlarda her türlü sistem denendi, sistem artık sistemsizliğe dönüştü. Öğrenciler, değerlendirilirken öğretmenine göre davranmayı, sisteme ne kadar itaat ederse o kadar “örnek öğrenci” olma ihtimalinin yüksek olduğunu kavradı. Hatta daha ileri durumlarda, ailesinden ve çevresinden edindiği fikirleri okul ortamında paylaşamayacak kadar ikiyüzlü insanlara dönüştüler. Bu sistem, her insanın ayrı bir rengi olduğunu unuttu, her öğrenciyi aynı renge boyamaya kalktı. Tabiki bu sadece Ak Parti hükümetinin yaptığı bir şey değildi, seksen yıldır böyleydi. Sonuçta elde ettiğimiz bukalemun kişiler her ortamda farklı bir renk oldular, kişiliksizleştirildiler.
Toplumsal olarak baktığımızda ise, böyle bir eğitim sisteminden geçmiş bireylerin oluşturduğu topluluk maalesef özgüvenden yoksun bir topluluk olur. R.T. Erdoğan Amerika kıtasının müslümanlar tarafından keşfedildiğini söylediğinde toplumsal eziklik hemen devreye girdi. Aslında “Olur mu öyle şey!” nidalarıyla kendi atalarının böyle bir şey başaramayacağını söylüyorlardı. Batının yazmış olduğu tarih karşısında kendi tarihlerini küçümseyen laflar etmeye başlıyor bu eğitim mağduru toplum. Dünya tarihini batı gözlüğü ile okuma alışkanlığı edinmiş bu toplum “Amerika kıtasını atalarım keşfetmiş olabilir mi?” diye hiç düşünmüyor, çünkü düşünmek öğretilmiyor. 
Zihinsel olarak baktığımızda; tarih ve toplum okuması, olaylara bakış açısı, felsefi kavramlarımız hep batı tarafından oluşturuldu. Bu konuda, Osmanlıdan alınan mirasın Cumhuriyet ile kesintiye uğraması da önemli bir etken. Aydınlanma dediğimiz dönemde toplum ve tarih batı gözüyle yeniden yazıldı, bütün varlıklar yeniden tanımlandı. Batının gözü bizi bize tanıttı. İlerlememiz gerektiğini, ekonomik kavramları, ahlaki tutumlarımızı tanımladılar, barbarlıktan kurtulmak için reçete yazdılar. Mesela, her zaman daha çok kazanmaya çalışan gaddar tüccarlar vardı, batılı göz buna kapitalizm dedi. Tacir veya ticaret zaten var olan kavramlarımızdı, ticaret hep yapıla gelen bir ekonomi etkinliğiydi, ama onlar kavramın içeriğini değiştirdi. Hiçbir kavram tek başına zihnimizde yer işgal etmez, “anne” dediğimizde şefkat, merhamet, sorumluluk birlikte zihnimize gelir, çağrışım yapar. Kapitalist dediğimizde de aynı şey olur, tüccara göre çok daha olumsuz bir kelimedir, çağrıştırdığı kavramlar daha negatif yüklü içeriğe sahiptirler. Milliyetçilik, ulusalcılık, vatanseverlik ya da hürriyet, özgürlük, bağımsızlık hiçbiri aynı kelime değildir çünkü çağrışımları farklıdır. Batılı bunu yaptı, kendi bakış açısını veren tanımlamaları bize kabul ettirdi. İlk önce dünyayı tanımladı sonra bunu bize zerk etti.
İşte bunu yapmamız gerekli, düşünen, düşündüğünü ifade edebilen. Eleştiren, her renge bulanan değil, gittiği yeri kendi rengine bulayan. Üreten, ürettiğinin arkasında durabilen özgüvene sahip insanlar yetiştirebilmeliyiz. Toplumu ve tarihi bizim gözümüzle okuyabilen, geleceği bizim için tasarlayabilen gözler yetiştirebilmeliyiz. Bize bir söz söylendiğinde iyi mi kötü mü olduğunu ayırt edebilen kulaklar yetiştirebilmeliyiz. Eğitim sisteminin içini doldurabilmeliyiz, bu isteklerimizi okul binaları ve tabletler yapamaz çünkü.
 

-