Liderlerin tanrılaştırılması insanlığın kadim hastalıklarından biri olsa gerek. Bilinen en eski hikâyelerde dahi lider kişinin insanüstü özelliklerinden bahsedilir. Bütün toplumlarda ve dinlerde bu aşırı yüceltme hastalığına rastlayabiliriz. Bugünkü toplumlarda da bir lider etrafında toplanma ve liderin o topluluğu temsil eden en mükemmel nesneye dönüşmesi sık rastladığımız bir olgudur. Lider kişi bir yandan topluluğu etkileyip dönüştürürken diğer yandan nesneleşip topluluk prizmasının en üstünde yer alan ikona dönüşür. Topluluk içinde yer alan kişilerde kendilerini bu ikon üzerinden ifade ederler, hatta düşüncelerini ikonlaşan liderin sözleriyle aforizma halinde sloganlaştırırlar. Bu bireyler açısından bir rahatlığı da ifade eder, hazır düşünülmüş, söylenmiş beklide uygulanmış bir fikir. İkon gerekli olan her şeyi yapmış, bireye sadece bunu alıp kullanmak kalır.
Varoluşsal bakımdan aynı özellikleri barındırmasına, potansiyel olarak aynı özellikleri taşımasına rağmen lider kişi tanrılaştırılabiliyor. Daha ötesinde kişi varlığını bu lidere dayandırabiliyor. Zeus bugün yaşıyor olsaydı mesela “Tanrı Kral” olmasının yanında muhtemelen fotoğraflarının yanında “olmasaydın olmazdık” cümleleriyle sosyal medyada en çok karşılaştığımız slogan olurdu. Zeusçu’larla Kronosçu’ların tartışmalarına her yerde şahit olabilirdik. 
Kimlik ifadesi olarak kullanılmasında, ya da bireyin kendini ontolojik olarak bir başka bireye dayandırmasında birçok dini problem vardır bunun yanında epistemolojik olarak ta bazı problemler meydana gelir. Aşırı yüceltilen liderin fikirleri ya da ideolojisi en üst ve aşılamaz tabu haline dönüşür ki, bu toplumsal gelişim açısından birçok sorunun yaşanmasına neden olur. Mesela yüz yıl önceki bir fikir, ontolojik olarak aynı yerden çıkmasına rağmen, topluma dayatılırsa yüz yıldır gelişen topluluğun gelişimi hiçe sayılmış olur. Hâlbuki toplumlar ve kültürler yaşayan, değişen organizmalar gibidir. Ya da beş yüz yıl önceki bir fikri bugün uygulanmaya kalkarsak toplumsal karşılığı bulunamayacağı kesin gibidir. Ancak toplumsal ihtiyaçları karşılayacak şekilde revize edilirse bugün kullanılabilir hale dönüşür, bu revize edilmiş halin ilk halinden çok farklı hale dönüşmesi ise çok büyük bir ihtimal.
Ahmetçilik, Alicilik veya Mustafacılık, Muhammedcilik birey açısından bir konfor ifade etse bile düşünmenin, akletmenin önündeki en büyük engel olarak duruyor. İnsanlar bu şekilde birbirlerini yaftalarken birçok defa karşılaştığımız basit bir ötekileştirme yoluna gidiliyor. Her ne kadar sınıflandırmalar yapmadan yaşamak mümkün değilse bile, bir lider adı altında sınıflandırma oldukça basit bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. “Küçük kafalar insanları, orta kafalar olayları, büyük kafalar fikirleri konuşur” (H.G. Ricover) sözü bu durumun özeti sayılabilir aslında. Tabi birde şu var ki; liderin yaşıyor veya ölmüş olması arasında ancak ve ancak ironik bir fark olabilir, bu ironi dışında bir kişici olmanın birbirinden pekte farkı yok.
Bu konu ile ilgili pek çok önerme ileri sürülebilir; kendini “Türk” olarak tanımlayan bir kişinin mantıksal olarak Oğuz Han’ın fotoğrafının yanına “olmasaydın olmazdık” yazması uygun düşer, kendini Kemalist olarak tanımlayan kişi Zübeyde Hanım’ın fotoğrafı yanına, Müslüman diye tanıtan kişinin Allah lafzının yanına “olmasaydın olmazdık” yazması doğru olur. Kendine komünist diyenler bu sloganı kullanmasalar bile K. Marx oldukça güzel bir fotoğraf olur, ya da evrime inananlar bir maymun fotoğrafına aynı sloganı koyabilirler. Bir kişi bu kimliklerden birkaçını kullanıyorsa ya da hepsini kullanmak istiyorsa o kişi ilk önce ne olduğuna karar vermelidir ki kendi varlığını nereye dayandırdığını fark etsin.