Gazeteciler Tarih’in tanıklarıdır.

Neden mi? Bütün olaylar medyanın gözünün önünde, bilgisi dahilinde gelişir de ondan. Eğer kapalı kapılar ardında yapılan birşeyler varsa o da araştırılıp, kuyudan çıkarıldıktan sonra halkın bilgisine sunulur da ondan (Bu konudaki en güncel örnek, Zülfi Livanelinin yazısıyla ortaya çıkan, Deniz Baykan RTE buluşması)...

Basın yani Medya, neden böyle davranır?

Basın, kamunun yani halkın, gözü, kulağı ve sesidir de ondan. Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Basın, Milletin Müşterek Sesidir.” diyerek bu özdeyişin arkasında durmuş, basının önemine vurgu yapmıştır da ondan...

Ancak günümüzde basın bu görevini yerine getiremediği için, pek makbul bir kurum olarak görülmüyor. Ülkemiz yöneticileri, hatta ve hatta bir takım muhalefet, basını yerden yere vuruyor; ancak ne muhalifi, ne havuzu. ne yalakası sesini çıkaramıyor.

Doğruyu yazabilen, gerçeği görebilen, olayları halk ve ülke lehine yorumlayan, ülkenin bağımsızlığından yana olan basın kuruluşu ve gazeteci bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda.

Neden böyle?

Nedeni çok basit!

Uzun süredir doğruyu gören, yazan, dile getiren basın mensupları üzerinde çok ağır baskı kuruldu. Basın mensupları korkutuldu(200’e yakın gazeteci tutuklu ya da hükümlü). Basın mensupları terörle, ihanetle, vatan hainliğiyle suçlanarak sahadan uzaklıştırıldı. Gerek siyasi baskılar gerekse teknik gelişmeler basın mensuplarının üzerinde Demoklesin Kılıcı gibi sallanıyor. Sanal medya da, yazılı ve görsel medya çalışanlarının rakibi aslında.  Ve sektörde işsizlik korkusuna sebep oluyor. İşsizlik basın sektöründe de had safhada. Günümüzde 3000 kadar basın mensubu işsiz...

Kısacası basın mensuplarının bazıları sindirildi, bazıları satın alındı....

***

Yazılı basın uçurumun kenarında. Paramızın yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi son günlerin en korkunç olayı. Basımda kullanılan kağıdı ülkemiz üretemiyor... SEKA kağıt fabrikalarımız özelleştirilip satıldığı için tüm kağıdımızı dışarıdan alıyoruz. Hem de korkunç paralara. Kağıdın fiyatı saat başı değişebiliyor. Şu an 1 ton kağıdın toptancı maliyeti 800 dolar. 2 yıl önce 450 dolar olan kağıtta hem maliyet arttı hem de döviz kuru yükseldi. Gazeteler her iki açıdan da zarar ediyor. Benzer durum yayınevleri için de geçerli. Kitap kağıdının da tonu 750 Euro'dan 900 Euro'ya yükseldi.

Ayrıca, basım sektörünün hemen hemen herşeyi ithal… Bu sektörün herşeyi, makinası, mürekkebi, kalıbı, kağıdı,… Kısacası herşeyi yurt dışından alınıyor…

Sadece basılı olanların mı, sözlü ve görüntülü olanların da herşeyini dışarıdan alıyoruz. Medyanın yazılısıyla (basın), sözlüsüyle (Radyo) ve görüntülüsüyle (Televizyon); herşeyiyle dışa bağımlıyız..

Ülkemiz artık hiçbir şeyi, tarım ürünleri dahil ama hiç birşeyi kendisi üretmiyor, üretemiyor... Her tarafımızdan dışa bağımlıyız. Aldıranımız yok...

***

En son, ülkemizin (damat) Hazine ve Maliye Bakanı, Yeni Ekonomi Programı (YEP) kapsamında Maliyet ve Dönüşüm Ofisi kurulacağını ve uluslararası McKinsey adlı bir firmadan danışmanlık hizmeti alınacağını açıkladı. Ardından (kayınpeder) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ABD’li McKinsey’den danışmanlık alınmasına karşı çıktı ve “biz bize yeteriz” dedi... Cumhurbaşkanının o konudaki sözleri tamı tamına şöyle “Geçen bütün bakan arkadaşlarıma söyledim, bunlardan fikri danışmanlık hizmeti de almayacaksınız dedim. Hiç gerek yok, biz bize yeteriz.”

Aslında tam isteğimiz bu. Kendi kendimize yetmek. Ama bunu içimizdeki ve dışımızdaki sülüklere bir türlü anlatamıyoruz.

Ancak olayın başka bir yanı daha var tabii... Aile kavgası içinde miyiz, devlet mi yönetiyoruz? Bu karar kimseye sorulmadın nasıl alınıyor? Hemen nasıl ve neden iptal ediliyor?

Kısacası dengemiz bozuk, düşüncemiz bozuk, moralimiz bozuk... Bir türlü düzeltemiyoruz... Terazimiz bile bozuk, ölçemiyoruz. Hani derler ya “Tezekten terazinin boktan olur dirhemi”. Tam o durumdayız...

 

Bu günlük de bu kadar..

Sağlıcakla Kalın! Akhisar’sız Kalmayın!