Değerli dostlar!
 
Bugün Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 94. yıl dönümü. Kutlu olsun…
İyi Parti’nin kuruluşu ve Meral Akşener ile ilgili birşeyler yazmak istiyordum, ancak olmadı…
 
Taviz veremiyeceğim iki konu var… Bugün ikisi çakıştı… O yüzden yarın yazmam gereken makalemi bugüne taşıdım.
 
Taviz (gençler ona şimdi ödün diyorlar) veremiyeceğim konuların başında Atatürk geliyor. Bu konuda herşeyi göze alarak öne çıkarım.
İkincisi ise Türkiye Cumhuriyeti.
 
Bakın cumhuriyet demiyorum, özellikle vurguluyorum, Türkiye Cumhuriyeti…
Bundan öte birşey var mı?
 
Bizim kuşak Atatürk sonsuzluğa geçtiken sonra ülkemize, bu topraklara gözlerini açtı… Onun işaret ettiği yolda yürüdü. Mücadele etti. Ancak bugünkü durum sanki kaybediyoruz gibi görünüyor. Ama hiç umutsuz değiliz. 
Biz ulu önder Atatürk ve silah arkadaşlarının canla başla, ölümü göze alarak, yedi düvele karşı kazandıkları bir zaferin sonrasında kurdukları Cumhuriyeti, onların verdiği emaneti korumak ve kollamak için yılmadan uğraşan bir kuşağın(68 diyeceğim bir sürü gürültü çıkacak) temsilcileriyiz.
 
Geldiğimiz nokta pek umutlu görünmüyor. Ancak şöyle bir yorumlandığında durumun gösterildiği kadar karanlık olmadığını görüyoruz.
Artık olaylar eskisi gibi kapalı kapılar ardında gelişmiyor. Tüm komplolar, tüm karanlık işler üç beş gün sonra su yüzüne çıkıyor, faş(gizli olanı açığa vurmak, ortaya çıkarmak) oluyor.
 
İnternet denen olay, bugün büyük baskılar altında inleyen basın çalışanlarımızın yapamadığını hemen ortaya koyuyor. Ben de dolaşırken, böyle bir yazıya rastladım… Aynen aşağıya alıyorum, bakın neler yazıyor:
 
Cumhuriyet, Türk Milletinin; siyasal iktidarlara, dönemin muktedirlerine göre değişecek, vazgeçilecek, kısa vadeli taktik bir tercihi değildir.
Cumhuriyet, Türkiye'nin ekonomik, siyasal, sosyal miladı olarak adlandırılması  gereken stratejik yol haritasıdır.
 
Köklü ve değişmez bir uygarlık tercihi olan 29 Ekim 1923'ün doğruluğu 94 yıllık deneyimle kanıtlanmıştır. 
 
Yeni Osmanlıcılık  söylemiyle, siyasal ömrümü çoktan tamamlamış monarşinin ve çağımızda birleştirmenin değil, dinsel ve mezhepsel ayrışmanın tetikleyici dinamiğine dönüşecek Hilafetin özlemini çekenler ağır bir yanılğı ıçindedirler. 
Irak, Suriye ve Libya'da yaşananlardan, etnik ve mezhepsel ayrışmanın yol açtığı sonuçlardan hepimizin alacağı dersler vardır.
Ülkeyi yönetenlerin alması gereken dersler ise kuşkusuz daha fazladır. 
Cumhuriyet'in, üniter yapı, ulus devlet güvencesi altında yaşamanın ve var olabilmenin ön şartı, ortak paydası olduğu kabul edilmelidir.
Siyasi iktidar, yargısıyla  bürokrasisiyle tüm kurumlarıyla Cumhuriyet'in temsil ettiği değerlerle kavgadan acilen vazgeçilmesinin Türkiye için var olma şartı haline geldiğini anlamalıdır.
Türk halkının kurtuluş önderi ve uygarlık yolculuğundaki değişmez rehberi Mustafa Kemal Atatürk'e saygıyla.”
 
Bundan güzel bir tarif, bundan güzel bir anlatım olabilir mi?
Olabilir tabii.
 
Akhisar ADD balosunda, Başkan Günhan Bakırlıoğlu konuşmuş…
Nerede olduğunu, fotoğraflarını AkhisarPress Haber’de izlemişsinizdir…
 
Yazım biraz uzayacak ama aynen aşağıya aktarıyorum:
 
“Kurucu liderimiz Atatürk’ün büyük ideallerle kurduğu, çağdaş, laik, demokrasi hedefli, özgür bağımsız, misakı milli sınırları içerisinde yaşayan her vatandaşının eşit haklara sahip olduğu, yurtta ve dünyada barış ilkesini şiar edinmiş, üreten, ürettiğini tüketen, dışa bağımlı olmayan yerli sanayisini geliştirmeyi hedefleyen, eğitimde birlik ve çağdaşlığı öne koyan, anadolunun yer altı ve yer üstü zenginliklerini arttıran, dilini geliştiren, tarihinden ders alan, çalışkan bir millet olmayı amaçlayan, çağdaş uygarlık düzeyini hedefleyen Cumhuriyetimiz şimdi ne durumda? Atatürk’ü 1938’de kaybettiğimiz tarihten itibaren günümüze kadar başaramadıklarımızı sıraladığımızda; eğer biz köy enstitülerini yaşatabilseydik, bugün kalkınmayı başarmış, bilinçli bir toplum olacaktık,
eğer biz toprak ve tarım reformunu gerçekleştirebilseydik, Güneydoğu terörünü yaşamıyor olacaktık.
Eğer biz kadınlarımızı Atatürk’ün onca verdiği hakka rağmen okutup sosyal toplumda ve iş dünyasında tam anlamıyla etkin kılabilseydik, bugün kadına şiddet ile mücadele ediyor olmayacaktık.


Eğer biz eğitimi geliştirip zorunlu eğitimi uzun tutsaydık, bilinçli eğitimli sorgulayan bireylerin sayısını çoğaltacaktık.
Eğer biz kalkınma köyden başlar diyen Ata’mızı dinlemiş olsaydık, bugün verimli topraklarımızda dünyayı besleyecek tarımsal üretimi gerçekleştiriyor olacaktık.
Eğer biz bilime önem verseydik, bilim adamlarımıza çalışmalarında yeterli desteği verebilseydik bugün beyin göçü yaşamıyor olacaktık, nice aziz sancarlar çıkacaktı aramızdan…
Eğer biz sanayimizi geliştirmeyi, sanayü üretimini arttırmayı, iş alanlarını çoğaltmayı başarabilseydik işsizlik sorunumuz olmayacaktı.
Eğer biz kuvvetler ayrılığı ilkesini özümseseydik, yargı bağımsızlığını yürütme erkinin dışında tutabilseydik, bugün adaleti mumla arıyor olmayacaktık.

Eğer biz Atatürk’ün tüm çabalarına ragmen, islam dinini kendi dilimizde okumayı ve anlamayı başarabilseydik, Tarikatlere ve cemaatlere göz yummasaydık, bugün onların istismarına uğramamış olacaktık.
 
Eğer biz sosyal devlet ilkesini zamanında hayata tam anlamıyla geçirebilseydik, Bugünkülerin lutfu olarak anlatamıyacaklardı topluma…
 
Eğer biz işçi haklarını sendikal hakları geliştirebilseydik, taşeronlaşma ile karşı karşıya kalmayacaktık.
Eğer biz laiklik ilkesine yeterince sahip çıksaydık, müftü nikah saçmalığını konuşmuyor olacaktık. Eğer biz sanata Atatürk’ün verdiği değeri verebilseydik; eğer sanatın içine tükürenler heykel yıkanlar bizi yönetmiyor olacaktı.

Daha sıralanacak çok şey var. Bu saydıklarım bugünkü noktaya gelişimizin merdiven taşlarıdır.
Şimdi bakıyoruz, tarikatler, cemaatler Devlet’te at oynatıyor, biri gidiyor diğeri geliyor, kifayetsiz muhterisler devletin en önemli kademelerinde, hiç bir liyakatı olmadan devleti yönetiyor.
Dış dünyayla ilişkilerimiz ne halde hepiniz biliyorsunuz.


O güzelim verimli topraklarımızda yeterli üretim olmadığı için sürekli dışardan gıda ithal ediyoruz. Yüksek teknoloji üretemiyoruz. Montaj sanayinin bir adım ötesine geçemedik. En önemli gelir kaynaklarımızdan turizmi de dış ülkelerle ilşkilerimizde uslup sayesinde bitirme noktasına getirdik. Eğitim yerlerde sürünüyor, üstelik nankörce kurucu liderimizi müfredattan çıkarıyorlar. Çocukları adı değiştirilen sınavlarla denek olarak kullanıyorlar. Sağlık sistemi dersen çökmüş durumda.
Kalkınmayı yol ve inşaat yapmaktan ibaret gören, doğaya ve çevreye zerre kadar saygısı olmayan yaptığı köprülerin maliyetini tüm halka ödeten, iyi yönetemediği ekonomiyle başa çıkabilmek için dolaylı vergilerle halkı inleten, paranın gücüne tapan, lükse aç, tasarruftan nasibini almamış bir devlet yönetimi… Borçla borç ödeyen müflis bir işadamı gibi şu an devletimiz.
Bugün geldiğimiz noktadan tek çıkış yolumuz fabrika ayarlarına dönmemiz. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ilkelerine ve devrimlerine sahip çıkmamız. Asla yılmadan, gözleri perdeli insanların perdelerini kaldırmak için elimizden ne geliyorsa yapmamız gerek. Gençlerimize çok büyük görev düşüyor. Onları eğitmeli ve desteklemeliyiz. Onlar da kendi gelecek nesilleri için Cumhuriyeti korumakla yükümlü olduklarının her daim farkında olmalıdırlar.”

 
Yukarıya aldığım Cumhuriyetin nasıl olması gerektiğini anlatan iki fikrin altına imzamı koyuyorum.
 
İlk metni kimin kaleme aldığını bilmiyorum. Ancak ikinci metindeki fikirleri, taviz vermeyen duruşu yüzünden, Gönhan Bakırlıoğlu’nu tebrik ediyorum.
Uzattım. Kusura kalmayın.
 
Ancak hem ülkemiz, hem Atatürk, hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Akhisar tek…
 
İyi mi?
Sağlıcakla Kalın, Akhisar’sız Kalmayın!