Birinin boyu 1.47, kilosu 60, lakabı “Cep Herkülü”…
Ötekinin boyu 1.91, kilosu 120, takma adı “Boğazın Boğası”…
İkisi de Türkiye dışında doğmuş. Naim Süleymanoğlu Bulgaristan Kırcaali’de, Sinan Şamil Sam Almanya Frankfurt’ta.
***
“Cep Herkülü”nü anlatmaya gerek yok…
İlk dünya rekorunu kırdığında sadece 15 yaşındaydı.
1984, 1985 ve 1986 yıllarında dünyada 'yılın haltercisi' seçildi.
1988 Seul, 1992 Barcelona ve 1996 Atlanta Olimpiyatları olmak üzere üç kez olimpiyat şampiyonu oldu.
8 Kez dünya şampiyonu oldu, 46 dünya rekoru kırdı.
Kendi kilosunun üç katından fazla kaldırarak, 'efsane' oldu.
Spor otoritelerine göre 'tüm zamanların en iyi haltercisi.
1988 yılında Time dergisine kapak oldu.
60 kg'de koparmada 200 kg kaldırarak dünya rekoru kırdı.
1988 yılında Seul olimpiyatlarında 9 dünya 6 Olimpiyat rekoru kırarak büyük bir zafer kazandı.
Türkiye’ye Olimpiyatlarda güreş dışında altın madalya kazandıran ilk sporcu.
1992 yılında Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından "Dünyanın En İyi Sporcusu" seçildi.
***
İki yıl önce (30 Ekim 2015) sonsuzluğa uğurladığımız “Boğazın Boğası”, Sinan Şamil Sam ise ülkemizin adını (amatör ve profesyonel olarak) ringlerde duyuran ağır sıklet boksörü…
Amatör boks yaşamı yıllarında dokuz defa Türkiye şampiyonluğunu kazandı.
1992 yılında Gençler Dünya Şampiyonu oldu.
1993'te Vize-Avrupa şampiyonluğunu kazandı.
1995 Dünya İkinciliği'ni elde ederken, 1999 Büyüklerde Amatör Boks Dünya Şampiyonu olmayı başardı.
15 Nisan 2000 tarihinde profesyonel oldu.
“Boğazın Boğası” lakabıyla tanındı. Yaptığı 35 maçın 31'ini kazandı. Bu galibiyetlerden 16'sını nakavtla elde etti.
2004'te WBC klasmanında 'Dünya Kıtalararası Ağırsıklet Boks Şampiyonluğu' unvanının sahibi oldu.
***
İki sporcumuzu da Karaciğer yetmezliğinden sonsuzluğa uğurladık. Naim defnedildiğinde 50, Sinan Şamil Sam toprağa verildiğinde 41 yaşındaydı…
İkisini de koruyamadık…
Türk tıbbı bu kadar mı geri, yoksa ülkemizdeki sağlık politikası iflas mı etti?
Sporda bir sürü başarıya imza atan bu iki sporcumuzun, karaciğerlerinin kötüleştiği, hiç mi anlaşılamadı?
Küçük dev adamla, büyük dev adamı izleyen hiç bir sağlık kuruluşu, ya da hekim yok muydu?
Dünyaya mal olmuş bu sporcuların şikayetlerine erken tanı konması ve ona göre tedavilerinin yapılması mümkün değil miydi?
Ya da sorularımızı şöyle değiştirelim.
Sporcuların yaşamları başarılı oldukları zaman mı korunuyor?
Aktif spor yaşamları sona erdikten sonra bir köşede unutuluyorlar mı?
Sporu bıraktıktan sonra kapılarını kimse çalmıyor mu?
***
Acaba işin içinde başka işler mi var?
Bunlar benim hezeyanlarım. Üzülüyorum. Çaresizce üzülüyorum. Beynimin bir tarafında çakılı kalacak düşüncemi söyleyeyim.
Acaba bu efsaneler doğdukları yerlerde kalsalardı, yaşamları daha mı güzel olurdu? Daha mı uzun ya da sağlıklı yaşarlardı?
Biliyorum bu sorum yanıtsız kalacak.
***
Galiba yazmakta zorlandığımı gören eşimin söylediği en doğru yaklaşım.
“İhsanlar idealleri uğruna hayatlarını hediye ediyorlar”
Çünkü aidiyet duygusu kadar güçlü hiçbir duygu yok.
Çünkü başka Türkiye yok…
 
Bu kez de bu kadar!
Sağlıcakla Kalın, Akhisar’sız Kalmayın!