CHP 18. Kurultayını yaptı ve K. Kılıçdaroğlu tekrar G. Başkanlığa seçildi. Kurultay konuşmasında “sağa kaymadık” söylemi oldukça ısrarcı ve akılda kalıcıydı. Böyle bir söylem ancak savunma olarak söylenebilirdi ve bir suçlamayı da gerektirir, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde S. Demirtaş’ın sol söylemi böyle bir savunmayı gerektirdiği açık. İster istemez şu soruyu da sormak gerek “ne zaman soldaydınız?”, hakkını yemeyelim Bülent Ecevit döneminde solda yer alma çabaları oldu, bunun dışında ne zaman bir fikir beyan etseler sol ile alakaları olmadıklarını ortaya koydular. Bunun sebebini partinin köklerine dayandırmak gerekir, çünkü bugünün CHP’si kurucu gücünü tabulaştırdığı için her seferinde oraya gelip takılıyor.
CHP 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası adıyla M. Kemal tarafından kuruldu. Mayıs 1935 kurultayında “partimizin yürüttüğü bütün esaslar Kemalizm prensipleridir” diyerek M. Kemal’in devrim, inkılâp, düşünce ve eylemleri doktrine edildi, Kemalizm düşüncesi daha sonra Atatürkçülük olarak adlandırıldı. 1938’e kadar M. Kemal daha sonra İ. İnönü liderliğinde bu doktrin merkezde yer alan güç oldu, tabi o zamanlar çoğulculuk diye bir şey yok, merkezdeki bu güç çevreyi şekillendirip biçim verdi hatta beğenmediği görüş ve akımları silindir gibi ezip geçmiştir, bu yüzden de otoriter bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla 1950’ye kadar CHP’nin sağda veya solda yer alması diye bir tespitte bulunmak mümkün değildir, CHP devletti, merkezdi, düzendi, halktı, hukuktu, yargıçtı, polisti. CHP kurucu güç ve akıldı.
1950 seçimlerini kaybetmesi ile birlikte, 27 yıldır ülkeyi yönettiği kanunlarla ki bu kanunları kendisi koymuştu, muhalefet etmeye başladı. CHP’nin koyduğu kanunlarla bu sefer AP hüküm sürmeye başladı, aslında CHP’nin derin izlerini silmeye çalışıyordu. Bu arada ülkede sol hareketlerde oyun alanı bulmaya başladı. Çok partili hayata geçmemizle birlikte TSEKP ve TSP gibi sol partilerde kuruldu ama seçimlerde bir varlık gösteremediler. (Bu arada belirtmek gerek, sol akımlar cumhuriyet tarihi ile birliktedir, Mustafa Suphi ve arkadaşları 1920’lerde bu görüşü meclis ortamında dillendirmişlerdir. Bu ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu.) AP iktidarı ile birlikte nispi bir özgürlük ortamı oldu ve sol hareketler halka görüşlerini daha rahat aktarmaya başladılar. 1960 darbesine kadar AP iktidarı devam etti, darbeden sonra merkezi aklın temsilcisi olarak İ. İnönü tekrar başbakan oldu. Ancak sol hareketlerin gücü gittikçe artıyordu, muhtemelen İnönü bu gücü devşirmek için 1965 yılında CHP’yi “ortanın solunda” olarak tanımladı.
 “Ortanın solu terimi, İnönü tarafından 1965’te ortaya atıldığında sadece bir söylem niteliği taşıyordu. Ancak içi boş olan bu terimin içeriği giderek dolduruldu ve partinin ideolojik kimliğine dönüştü.”  denilse bile 12 Mart muhtırasında, 28 Şubat darbesinde ve 27 Nisan muhtırasında merkezi otoriter refleksleriyle askeri kimliğine dönüşüverdi. CHP açısından turnusol olan siyasi gelişmelerde, her seferinde soldaki yerini ve halkı unutup öz kimliğine dönüşüverdi. O sırada görülen gençlik hareketlerinin, köylü-işçi hareketlerinin CHP tarafından sahiplenmesi olarak ta bu tanımlamayı okuyabiliriz. Çünkü bu hareketlerin asıl siyasi sahipleri TKP veya TİP solun bütün argümanları ile duruma sahip çıkıyordu. 
Bu hareketli yıllarda Bülent Ecevit ortaya çıkar. 1966’da CHP Genel Sekreteri oldu, 41 yaşında genç bir gazeteci, halkı tanıyan biri olarak sol söylemin temsilcisi konumuna geldi. 1971’de İnönü’nün muhtıraya destek vermesinden dolayı Genel Sekreterlik görevinden istifa etti ama 1972’de CHP genel başkanı olarak geri döndü, hem de İnönü’yü mağlup ederek. Ecevit partisini “demokratik sol” olarak tanımladı. Aslında İnönü’nün mirasından hareket etmiyordu, daha çok M. Kemal’in devrimciliğini ve halkçılığını ön plana çıkartarak siyaset yapmaya çalıştı. Toplumsal kaosun hâkim olduğu o yıllarda çok az bir süre iktidarda olmasına rağmen halkın gözünde “Karaoğlan” lakabını alarak teveccüh edildi. 
12 Eylül darbesinden sonra yasaklı yıllar başladı, SHP ve DSP kavga dövüş sol söylemi yaşatmaya çalıştı, aslında bu dönem sol açısından ayakları yere basma dönemi olarak görülebilir. SHP, emekçilerin sözcülüğü, Kürtlerin hakları konusundaki söylemleriyle bu günkü CHP’den hala daha iyi durumda. DSP ise Rahşan Ecevit ile başladığı yolu, Bülent Ecevit’in yasağı bitmesiyle CHP ile hiçbir zaman birleşmeyerek devam ettirdi. 
CHP 9 Eylül 1992’de tekrar Deniz Baykal tarafından kuruldu ama her ne kadar sol terminolojiyi kullansa da her siyasi olayda merkezi kimliği ortaya çıktı. Kasetgate’lerle Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkanlığa geldi, Ak Parti karşıtlığından dolayı bütün solu CHP bünyesinde toplamayı başarsa dahi son C.Başkanlığı seçimlerinde görüldüğü gibi Demirtaş’ın sol söylemi Kılıçdaroğlu’nu “sağa kaymadık” açıklaması yapmaya mecbur bırakmıştır.
Peki, bugün CHP kendini nasıl tanımlıyor; ” Partimizin ideolojisini besleyen, üç ana kaynak: Atatürk’ün modernleşme devrimi ve altı ok ilkeleri, Sosyal demokrasinin evrensel kuralları ve Anadolu ve Trakya’nın tarihsel ve felsefi birikimidir.” Diyelim ki “sosyal demokrasi” kavramını sol olarak kabul ettik, bu sol düşüncenizi nasıl Kemalizm’le birleştireceksiniz? Kemalizm merkezi, otoriter, elitist ve ulusalcı bir izm. M. Kemal tabusunu aşabilecek misiniz? Bu kolay aşılabilir bir tabu değil çünkü…