Akhisar, kimine göre sadece İstanbul-İzmir yolu üzerinde bulunan ve yolculuk esnasında mecburen içinden geçilen sıradan bir ilçe; kimine göre ise bir ilçeden öte hamurunun mayalandığı, karakterinin şekillendiği, nefes alırken bile insanın mutlu olduğu, yaşamaktan haz duyulan muhteşem bir şehirdir. Milattan önce 3000’li yıllara dayanan Tarihiyle, Zeynelzade Kütüphanesi sayesinde medeniyete kattıklarıyla, Şeyh İsa ve Karaköy dedesi gibi önemli İslam alimleriyle, Theyeateria, Ulu Cami ve Yeni Cami gibi abide yapılarıyla, kocaman yürekli insanlarıyla, kutsal kitapta üzerine kasem edilen zeytin bahçeleriyle, damaklarda eşsiz bir lezzet bırakan köftesiyle,  mazinin damıtıldığı, kültürün her an yaşandığı, damak tadının ise hiç kaybolmadığı muhteşem ötesi bir yerleşim yeridir.
 
          Tipik bir Anadolu kenti olmakla birlikte balkanların, doğunun, güneyin ve kuzeyin insanlarını ve kültürlerini uhdesinde barındıran Akhisar, 180 bini aşan misafirleri ile Türkiye’nin 49 ilinden daha büyüktür. Her milletten ve her renkten insanın kardeşçesine yaşadığı yerdir Aşkhisar. Olur ya bir gün alıp başını gidersen bu şehre, arnavut kaldırımlarında yürürken yaşadığın hazzı aşıklar şehri Roma’nın sütunlu yollarında dahi bulman mümkün değildir. Hele bir de Sevgi Yolu’nda yürümeye başlamışsan tam bir açıkhava tarih müzesine şahitlik ettiğini fark edersin. Hemen sağ tarafında bir film şeridi gibi akıp giden Thyateira’nın burçlarında Hititler’in, Akadlar’ın, Lidyalılar’ın, Roma’nın, Bizans’ın, Saruhanlıların ve nihayet Osmanlı Devleti’nin izlerini görürsün. Biraz ileride ise canlı, heyecanlı ama bir o kadar samimi ve içten, cıvıl cıvıl bir caddenin aktığını fark edersin. İstanbul için İstiklal, Kadıköy için Bağdat Caddesi, Fatih için Sultanahmed neyse Akhisar için de Tahirun Caddesi öyle bir yerdir işte. Bu caddede yürümekle bulutların üzerinde uçmanın aynı şey olduğunu tam anladığında kapılarını sana sonuna kadar açmış olan Yeni Caminin tam da önünde bulursun kendini. Her ne kadar ismi yeni olsa da içine girdiğinde ve yaşanmışlıkların izlerini taşıyan kesme taşlarına dokunarak içerideki o havayı teneffüs ettiğinde iliklerine kadar tarihi ve maneviyatı yaşarsın. Bahçesindeki ıhlamur ağaçlarının yapraklarıyla dans etmenin doyumsuz hazzını yaşayan serçelerin şakımasını dinlerken bir an acıktığını hissedersen hiç çekinmeden cebindeki 3 kuruşla Akhisar’ın parmak inceliğinde ve pide üstündeki o enfes köftesinden doyasıya yiyebilirsin. Yalnız itiraf etmeliyim ki akhisar köftesinin tek kötü tarafı, bundan sonra yiyeceğin hiçbir köftede o harika tadı bulamayacak olmandır.
          
           Denizi olmayan bir şehir olsa da Akhisar, göletiyle sana ev sahipliği yapar. Bir ikindi vakti kahveni usul usul yudumlarken göletten gelen esinti tenini okşar ve seni çok uzaklara farklı hülyalara götürür. Hele bir de elinde şiir kitabı varsa okumanın saatlerce sürdüğü, her dakikası zevk alınan bir zaman dilimine dönüşür Akhisar.
 
           Güneş, bir şehre ancak bu kadar güzel tulu edebilir ve zeytin ağaçlarının dalları arasından nazlı nazlı guruba doğru yol alabilir. Zeytin yaprağının yeşili ve güneşin kızıl rengi gül ile bülbül metaforunu hatırlatır insana. O, ne müthiş bir uyumdur. Öyle ki o müthiş ahenk,  sıradan bir adamı şair, ümmi bir insanı yazar yapabilir ya da kalbi kaskatı kesilmiş bir canlıyı aşka düşürebilir.
 
            Akhisar, uçsuz bucaksız tarlalarında zeytin toplanan, derelerinden zeytinyağı akan şifa kaynağı bir şehirdir. Diğer bir deyişle zeytinin en hasının zeytinyağının ise en safının üretildiği zeytin kentidir Akhisar. Zeytini gibi insanı da hastır, elleri nasırlı ama kalpleri saftır.  
       
             Kısaca Aşkhisar, anlatılası değil yaşanılası ve aşka düşülesi bir şehirdir.
 
Hasan KARABOĞA